Demli çaydan vazgeçip filtre kahve içmek, sakin, alçakgönüllü bir denizde alabildiğine açılmak yerine Atlantik dalgalarıyla boğuşmak, Latince kökenli bir dilde rüyalar görmek… Bunlar üstesinden gelebildiğim değişimler ama asla yeri doldurulamayanlar da var. Beyazpeynir, adaçayı, Boğaz gibi karpuzlardan söz etmiyorum. Çok daha basit özlemler benimkiler. Örneğin kiraz… Bazen yatağa uzanıp üzerinde incecik buz kalıpları olan bir kâse kirazı düşlüyorum. Erotik bir fantezi gibi işte. Öylesine yalın, karmaşasız, işlenmemiş. Mevsimlerin değişimini özlüyorum. Yaprakların önce yol yol kırmızı çizgilere bezenip alev alev tutuşmalarını, içten içe yanan bir ateşle yavaşça kavrulup sararmalarını… Bir sabah aniden güçten kesilip yere doğru süzülmelerini… Yüzünde kamçı gibi bir poyraz, morarmış dudaklarla, nereye gittiğini düşünmeden yürümeyi… Soğuğa dayanamayınca içilen zehir gibi çayın o benzersiz ilk yudumunu.
(…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder