-Arturo Bandini'nin iş başvurusu baştan reddedilmiştir, duvar kenarında gördüğü, kendisine gülümsemekte olan yaşlı adama yaklaşır...-
"Koyun bunlar!" dedim. "Evet, koyun! Amerikan sisteminin kurbanlık koyunları, köleleri diyorum sana! Teklifi altın tepside bile sunsalar bu fabrikada çalışmayı kabul etmem! Bu sisteme dahil olduğun anda ruhunu yitirirsin. Hayır, çok teşekkür ederim. Ruhunu yitirdikten sonra dünyaya sahip olsan ne fayda?"
Benimle aynı kanıda olduğunu belirtir biçimde başını salladı, devam etmemi istiyordu. Isınmaya başlamıştım. Makine çağında iş koşulları, ilerde üzerinde çalışılacak bir konu.
"Koyun diyorum sana! Ödlek koyun sürüsü!"
Gözleri parladı. Piposunu çıkarıp yaktı. İğrenç kokuyordu pipo. Ağzından çıkardığında burnundan akan sümük piponun kenarına yapıştı. Başparmağıyla silip parmağını bacağına sürttü. Burnunu silme zahmetine katlanmadı. Bandini konuştuğunda burnunu silmeye zaman bulamazsın.
"Güldürüyor beni," dedim. "Paha biçilmez bir görüntü bu. Ruhlarını kırptıran koyunlar. Rabelais'vari bir görüntü. Gülmek zorundayım." Ve katıla katıla güldüm. O da güldü, bacağını tokatlayıp tiz kahkahalar attı, gözlerinden yaş gelinceye kadar. Gönlüme göre birini bulmuştum nihayet, evrensel bir mizah anlayışına sahip biri, tulumuna ve anlamsız kemerine rağmen kendini çok iyi eğitmiş biri besbelli. Cebinden küçük bir not defteriyle kalem çıkarıp yazmaya başladı. İşte o zaman uyandım: O da bir yazardı, elbette! Büyük sır ortaya çıkmıştı. Yazmayı bitirdikten sonra not defterini bana uzattı:
Lütfen yaz. Duvar kadar sağırım.
Hayır, Arturo Bandini'ye göre iş yoktu o gün. Kendimi oldukça rahatlamış hissettim oradan ayrılırken. Bir uçağım olsaydı keşke, diye geçirdim içimden yürürken, bir milyon dolarım olsaydı keşke, şu deniz kabukları elmas parçaları olsaydı keşke.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder