17.4.08

kadınlar ve erkekler

Beş yaşımdayken 'kadınlar' üzerine düşündüklerim oldukça basitti. Okula giderler, evlenip 'gelin' olurlar, sonra da doğurup 'anne'! Hepsi buydu. 'Anne' olduktan sonra artık olacak bir şey kalmıyor oluşu beni üzmüyor değildi ama, benim elimden bir şey de gelmiyordu. Bunun dışında kadınların neler yapabileceklerine gelince; tuvalet masasının önüne oturur, uzun uzun kendilerine bakar, boyanır, saç tararlar, telefonda uzun uzun iç çekerek konuşurlar, çocuklara kızar, babaya (kocalarına) itiraz ederler, bazen yemek pişirir, eve temizliğe gelen kadına kusur bulurlar, sıkılırlar ve uyurlardı.
Erkeklerin durumu daha değişikti. Onlar evde fazla kalmıyorlardı. Daha çok gülüyor, para kazanıyor, tıraş oluyorbir araya geldiklerinde uzun uzun konuşuyorlardı. Konuştukları konular, kadınlarınkine hiç benzemez, önce sıkıcı gelir, ama önemli duygusu verirdi bana. Kadınların ypıp erkeklerin yapamadığı şeylere gelince: Kadınlar yüzlerini boyayıp küpe takıyorlar, bir de çocuk doğurabiliyorlardı. Buna karşılık sünnet olamıyorlardı. Erkekler sünnet oluyor ve bu yüzden armağanlar alıyor ama etek giyemiyorlar; ama geceleri bile yalnız başlarına sokağa çıkabiliyorlardı. En önemlisi, erkekler ayakta işeyebiliyordu. Sanırım o sıralar beni en çok özendiren, bu sonuncusuydu!
Erkeklerin de ağladığını ilk kez altı yaşımda öğrenmiştim. Annemin uzun bir tatile çıktığı bir yazdı. Babama 'günaydın' demek için, neşeyle yatak odalarına girdiğimde, onu pencerenin pervazına dayanmış, aşağıdaki sokağı seyrederken bulmuştum. Yaklaşınca dudaklarını ısırarak usul usul ağladığını görmüş ve çok korkmuştum. Ben de ağlamaya başlayınca, babam beni fark etmiş, yatıştırmaya çalışmış, dişinin ağrıdığını söylemişti. Hala birinin dişi ağrıdığında, içim cızz eder.

Hiç yorum yok: