28.1.08

Bir Ülkeyi Sevmek

insan nasıl sevmeli ülkesini?
düğünlerde sıkılan kurşunlarla çocuklar öldüğünde mesela..
bir grup insan toplanıp üç-beş genci düşüncelerini açıkladıkları için linç etmeye kalktığında..
gecekondu yıkımlarında yoksul bir adam, çocuğunu pencereden tek kolunu sarkıttığında..
yalınayak gezen çocukları hastayken, kapıcı gidip kendine son model bir cep telefonu aldığında..
kızlarını sokağa çıktıpı için kafasına kurşun sıkarak öldüren babalar, erkek kardeşler, taşra şehirlerinin hemen dışındaki otellerde başkalarının kızlarıyla para verip seviştiklerinde..
bir öğretmen öğrencisini döverek öldürdüğünde..
bilmedikleri bir dilde ezberledikleri dualarla adamlar, yaktıklarında çocukları..
askerler, cezaevlerinde açlık grevi yapan kendi yaşlarındaki gençleri yakmaya, yıkmaya gönderildiklerinde ve yanık kızlar kameralara bağırdığında ertesi gün kimsenin sesi çıkmadığında..
kadınlar sokaklarda sezonu açılmış av hayvanları gibi ürkek yürüdüklerinde, tecavüze uğradıklarında, katledildiklerinde..
entelektüel görünümlü bir çift şehrin en havalı cafe'sinde kahvaltı ederken küçücük çocuklarını pataklayıp sonra kahvaltıya sessizce devam ettiğinde..
uzak anadolu şehirlernde, bir tüccar daha fazla para kazanacak diye çürük yapılıp depremde yıkılan yatılı okullarda çocuklar bir gecede onlarca sayıyla öldüğünde..
bir cümleyi doğru kurmaktan aciz olacak kadar dilini bilemeyen cahiller söylediğiniz sözlerden dolayı sizi vatan haini olmakla suçlayıp, ardından ölüm tehditleri savurduğunda..

insan nasıl sevmeli ülkesini, o ülkeyi sevmek zorlaştığında?..

öLümden kaçmak


(...)

"Demek ölümden kaçtın," dedi Alobar. Çok memnun olduğu belliydi. Kudra'nın kaçışı, kendisinin iki kere Azrail'in elinden kurtuluşuna dair anılar getiriyordu aklına. Demek bu kadınla bir ortak yanı vardı. Devrim ve skandal sayılan bir şey bağlıyordu ikisini birbirine. Hem de davranış kurallarının en sınırında bir yerde. Böyle bağların en tatlı ve en sıkı olduğu yerde.


"Hayır," dedi Kudra. "Ben ölümden kaçmadım. İnsan nasıl kaçabilir ölümden? Hem niye istesin ki insan bunu? Ölüm bir kurtuluştur. Ben ölümden değil, Brahmanların ahlaksızlığından kaçtım."

"Saçma! Yani eğer Brahmanlar senin mücevherlerine değil de ruhunun ebediyete kavuşmasına ilgi gösteriyor olsalardı, dalacak mıydın o alevlere?"

"Şey... Ben alevden pek korkarım."

"Peki, diyelim ki suda boğularak ölmeni kararlaştırdılar. Ateşten kolay mı olurdu senin için?"

"Evet. Hayır. Ay, ne bileyim! Boğulmak hiç de hoş bir ölüm çeşidi değil."

"Hangisi hoş bir ölüm çeşidi?"

"Uykudayken ölmek herhalde. İhtiyarladıktan sonra. Çocukların büyüdükten sonra."

"Ya! Demek ihtiyarken ve uykunda, ha? Bir ömür boyu durmaksızın çalıştıktan ve kötü muamele gördükten sonra, ha? Peki, ihtiyar dediğin ne kadar ihtiyar yani? Hiç yeterince ihtiyarlar mı insan? Demek dulların acılı hayatını kabul edip kırk yaşında uyurken ölmeye razısın. Onun için bunu ateşe tercih ediyorsun. O seçenek sana açıktı. Ateş yerine onu seçebilirdin. Ama sen ondan da kaçtın."

(...)

23.1.08

Bülbülü Öldürmek


--Dill ve Scout. Yaşından dolayı henüz pek kirli olaylarla muhatap olmayan Dill, arkadaşı Scout'un babasının, haklı bir zenciyi savunduğu duruşmasındaki çirkinliklerden ve haksızlıklardan etkilenmiş, duruşma salonunun önünde hıçkırmakta.--

"Aman Dill, eninde sonunda alt tarafı bir Zenci o."
"Benim için fark etmez. Doğru değil. Onlara böyle davranmak doğru olamaz. Kimsenin böyle konuşmaya hakkı yok. Benim midemi bulandırdı."
"Bay Gilmer'in (Beyazlara taraf cibilliyetsiz bir avukat) yöntemi bu. Hep böyle yapar. Kimseye iyi davrandığını görmedim. Bugün yaptıkları yapabileceklerinin yarısı bile değil. Hepsi öyle yapar..."
"Bay Finch (Scout'un babası) öyle yapmıyor ama."
"O örnek olamaz. o.. babam sokakta ne ise duruşma salonunda da odur."
"Onu demek istemedim" dedi Dill.

"Ne demek istediğini biliyorum." dedi bir ses. Sesin ağaçtan geldiğini sandık ama Bay Doluhus Raymond'un sesiydi. (Bu adam da sürekli mahallelinin elinde kese kağıdındaki şişesiyle keş olarak bildiği biri, normal şartlarda Dill ve Scout'un bu sesi duyunca uzaklaşması gerekiyor.)
"Derin kalın değilse, bu işler adamı hasta ediyor, değil mi?" diye devam etti... "Dolan da gel oğlum. Mideni düzeltecek bir şey var bende."
"Al bakalım." diyerek kese kağıdını Dill'e uzattı, "Bir fırt çek." "Seni rahatlatır."
Dill kamışları emdi, sırıttı. Uzun uzun çekti. "Dill, dikkat et!" diye uyardım. Dill kamışları bırakıp sırıttı, "Scout, bu sadece kola."
Çimende yatmakta olan Bay Raymond doğruldu, "Kimseye söylemezsiniz değil mi? Ünüm yok olur sonra."
"Sadece kola mı? Yani şey... içermiş taklidi mi yapıyorsunuz?"
"Ev-vet efendim! Çoğu kez sadece onu içerim."
"Niçin böyle yapıyorsunuz?"
"Niçin? Ah, evet. Neden içiyormuş gibi yapıyorum? Basit. Kimileri yaşam biçimimi beğenmiyor. Canları cehenneme diyebilirim. Beğenmiyorlarsa bana vız gelir. Vız gelir diyorum ama canları cehenneme diyemem. Anladın mı?"
Dill'le bir ağızdan "Hayır" dedik.
"Onlara bir neden göstermeye çalışıyorum. İnsanlar bir açıklama buldu mu rahatlarlar. Kasabaya indiğimde azıcık yalpaladım mı, arada bir bu kese kağıdından içtim mi, 'içki onu böyle yapıyor' diyorlar, 'Ne yapsın elinde degil, içkinin tutsağı olmuş' diyorlar."
"Bu dürüstçe bir davranış değil Bay Raymond. Olduğundan kötü görünmek..." dedim.
"Dürüst değilim ama insanlara yardımcı oluyorum. Aramızda kalsın ama ben pek içki içmem. Ama onlar da isteyerek böyle olduğumu anlayamazlar."

İyi de, bu sırrı neden bizle paylaşmıştı? Ona sordum.
"Çünkü sizler çocuksunuz ve bu nedenle anlayabilirsiniz. Bir de onun ağladığını duydum." Başıyla Dill'i gösterdi. "İçgüdüleri henüz yok olmamış. Biraz büyüsün, ne ağlar ne hastalanır. Bekle biraz büyüsün. İşlerin yanlış olduğunun az biraz farkına varır belki, ama ağlamaz."

"Ne için ağlamam Bay Raymond?"
"İnsanların insanlara çektirdiklerine ağlamazsın. Onları da insan olduğunu akıllarına getirmeyen beyazların siyahlara çektirdiklerine ağlamazsın."

22.1.08

Karşıt İki Uç


"hatırlıyor musun," dedim, "hani bir gece tiyatrodan sonra birlikte otostopla okula dönmüştük?"
"hatırlıyorum."
"hani bana en çok kentin içinde mi yoksa dışında mı yaşamak istediğimi sormuştun."
"sen ne demiştin ki..."
"ben de demiştim ki kentin hem içinde hem de dışında yaşamak isterim."
buddy başını salladı.

ani bir şiddetle, "sen de," diye devam ettim, "gülmüştün ve bu sorunun o hafta psikoloji dersinde gördüğünüz bir ankette bulunduğunu ve benim gerçek bir nörotikin yapısında sahip olduğumu söylemiştin.

buddy'nin gülümsemesi donuklaştı.
"haklıydın da. ben gerçekten nörotikim. ne kentin içinde ne de dışında yerleşebilirim."
buddy yardım etmek istercesine, "ikisinin ortasında yaşayabilirsin," diye önerdi. "o zaman bazen kente bazen de kıra gidebilirsin."
"peki bunun nörotik olmakla ne alakası var?"

buddy sorumu yanıtlamadı.
"evet?" dedim sertçe. ruh hastalarının suyuna gitmek yararsız diye düşünüyordum, onlar için en kötü şeydir bu, büsbütün çileden çıkarlar.
"hiç," dedi buddy. sesi soluk ve durgundu.
"nörotik ha!" hakaret dolu bir kahkaha attım. "eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nörotiklikse ben tepeden tırnağa nörotikim. yaşamımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim."

buddy elini elimin üstüne koydu.
"bırak ben de seninle uçayım."