- burada böyle dikilip durmamızın gidişi ertelemeye yararı yok bir tanem. gün batıyor işte. çimliğe dönsek? dikilmek yerine yanyana otursak daha yakın olunmaz mı?
- özür dilerim. burası bir zamanlar.. seni güzel bir yere getirdiğimi sanmıştım. üzgünüm.
- benim üzüntüm sana ulaşamadan ayrılmak. ulaşmadan ayrılmayalım.
delikanlı bunu der demez kızın beline sarılmış, onu kendine çekmiştir. sanki hep aynı şeyi yineleyerek: ulaşmadan ayrılmayalım, ulaşmadan ayrılmayalım, seni bulamadan, yarımlık duygusuyla gitmek istemiyorum, ayrılmayalım ulaşmadan!
3.8.12
20.7.12
Ağaçsakal
"Elbette dostlarım," dedi yavaş yavaş, "kendi nihayetimize gidiyor olmamız da muhtemeldir. Entlerin son resmi geçidi. Lâkin eğer evlerimizde oturup hiçbir şey yapmasaydık sonumuz zaten yakamıza yapışacaktı, eninde sonunda. Bu fikir uzun zamandır gönüllerimizde inkişaf ediyordu; işte o yüzden yürüyüşe başladık. Bu ani bir niyet değildi. Şimdi, en azından, entlerin son resmi geçitleri hakkı için bir şarkı yakmaya değer. Ah, " diye iç geçirdi, "göçmeden önce başka bir ahaliye yardımımız dokunabilir. Yine de, enthanımlarla ilgili şarkıların doğru çıkmasını temenni ederdim. Hakikaten, gönülden görmek isterdim Fimbrethil'i bir kez daha. Lâkin işte dostlarım, şarkılar da tıpkı ağaçlar gibi vakti gelince ve usullerince meyvalarını veriyorlar: Ve bazen de vakitsiz kuruyorlar."
19.7.12
"Ben küçük bir çocukken," diye başladı Bandini. "Ben memlekette küçük bir çocukken -"
Frederico ve Arturo hemen kalktılar masadan. Bıkmışlardı o hikayeyi dinlemekten. On bininci kez çocukken sırtında taş taşıyarak günde dört sent kazandığını anlatacaktı onlara yine. Svevo Bandini'yi büyülüyordu o hikaye. Bankacı Helmer'ı, ayakkabılarının tabanındaki delikleri, bir türlü satın alamadığı evi ve beslemek zorunda olduğu çocukları unutmasını sağlayan düşsel bir hikayeydi. Ben çocukken; düş. İzleyen yıllar, okyanusun aşılışı, doyurmak zorunda olduğu karınların çoğalışı, dertlerin her yıl biraz daha büyüyüşü; bütün bunlar büyük bir servetin edinilişi gibi övünülecek şeylerdi. Ayakkabı satın alamazdı onunla, ama yaşamıştı bu hayatı.
Frederico ve Arturo hemen kalktılar masadan. Bıkmışlardı o hikayeyi dinlemekten. On bininci kez çocukken sırtında taş taşıyarak günde dört sent kazandığını anlatacaktı onlara yine. Svevo Bandini'yi büyülüyordu o hikaye. Bankacı Helmer'ı, ayakkabılarının tabanındaki delikleri, bir türlü satın alamadığı evi ve beslemek zorunda olduğu çocukları unutmasını sağlayan düşsel bir hikayeydi. Ben çocukken; düş. İzleyen yıllar, okyanusun aşılışı, doyurmak zorunda olduğu karınların çoğalışı, dertlerin her yıl biraz daha büyüyüşü; bütün bunlar büyük bir servetin edinilişi gibi övünülecek şeylerdi. Ayakkabı satın alamazdı onunla, ama yaşamıştı bu hayatı.
12.7.12
lyanna
"çok daha güzeldi," dedi robert acıyla heykele bakarken. "bundan çok daha güzeldi." gözleri heykelin gözlerine, ona tekrar can vermek istercesine bakıyordu. sonunda ayağa kalktı. ağırlığı dengede durmasını zorlaştırıyordu. "ah! kahretsin ned. onu böyle bir yere mi gömmek zorundaydın?" sesi unutulmamış bir acının etkisiyle kükrer gibi çıkıyordu. "o karanlıktan fazlasını hak ediyor..."
"o kışyarı'nın stark'ı. yeri burası."
"o tepelerde bir yerde olmalıyıdı. bir meyve ağacının ve güneşin altında. başının üstünde gökyüzü ve bulutlar olmalıydı. yağan yağmurlarla temizlenmeliydi."
"ölürken yanındaydım," diye hatırlattı ned. " eve gelmek, brandon ve babamın yanında huzurlu uykusuna yatmak istedi." ned hala kız kardeşinin sesini duyuyordu zaman zaman. bana söz ver ned. odası kan ve gül kokuyordu. bana söz ver ned. ateş bütün gücünü almıştı ve sesi bir fısıltıdan bile zayıf çıkıyordu ama ned'in verdiği sözü duyduğu anda bütün korkusu kaybolup gitmişti. o anda kız kardeşinin nasıl gülümsediğini hatırlıyordu ned. sonra lyanna hayata tutunmaktan vazgeçmişti.
"o kışyarı'nın stark'ı. yeri burası."
"o tepelerde bir yerde olmalıyıdı. bir meyve ağacının ve güneşin altında. başının üstünde gökyüzü ve bulutlar olmalıydı. yağan yağmurlarla temizlenmeliydi."
"ölürken yanındaydım," diye hatırlattı ned. " eve gelmek, brandon ve babamın yanında huzurlu uykusuna yatmak istedi." ned hala kız kardeşinin sesini duyuyordu zaman zaman. bana söz ver ned. odası kan ve gül kokuyordu. bana söz ver ned. ateş bütün gücünü almıştı ve sesi bir fısıltıdan bile zayıf çıkıyordu ama ned'in verdiği sözü duyduğu anda bütün korkusu kaybolup gitmişti. o anda kız kardeşinin nasıl gülümsediğini hatırlıyordu ned. sonra lyanna hayata tutunmaktan vazgeçmişti.
18.4.12
Bu aptalca...
Neden bu kadar canım yanıyor?
Onu çok az tanıyordum.
Sadece birkaç aydır...
Ona özel dünyalar verebilirdim,ipek sicime safirler ve zümrütler gibi asılı dünyalar.
Ona verebilirdim...
Bitmesine yakın gözleri geliyor aklıma; beni tutkusuzca süzen o soğuk ifadeli,istediğini bilen bakışları...
Sonunda bana söyledi; ama ben daha o söylemeden biliyordum, gözlerinden belliydi.
Beni artık sevmediğine karar verdi.
Neden bu kadar canım yanıyor?
Onu çok az tanıyordum.
Sadece birkaç aydır...
Ona özel dünyalar verebilirdim,ipek sicime safirler ve zümrütler gibi asılı dünyalar.
Ona verebilirdim...
Bitmesine yakın gözleri geliyor aklıma; beni tutkusuzca süzen o soğuk ifadeli,istediğini bilen bakışları...
Sonunda bana söyledi; ama ben daha o söylemeden biliyordum, gözlerinden belliydi.
Beni artık sevmediğine karar verdi.
8.4.12
şeyler
rahatlık eksikliği korkunçtu-ki kuşkusuz en kaygı verici olanı da buydu. maddi, somut bir rahatlık değil; bir çeşit serbestlik, aldırmazlık. sinirlenmeye, gergin, açgözlü olmaya-kıskanmaya da denebilir- yatkındılar.
27.3.12
savas super bir seydir, baris o kadar degil.
sanirim daha az alet edevata ihtiyac oldugu icin baris, savasin yaninda daha az donanimli duruyor. dogru durust muhimmat sahibi bir sozcuk degil baris. soylece havada duruyor, kus gibi. balik gibi kaygan bir sey sanki. savasi ise elle tutabiliyorsun, ne guzel. kursun var mesela, net. oluyorsun sonsuz bir netlikte. sonra tanklar var, ayak izleri elbette baris adli enayi bir kusunkilerden daha gozle gorunur. ucaklara ne demeli? hele ki f 16'lar, dinlemelere doyamazsiniz sesini. hele ki soyle taciz amacli kafanizin tepesinden gecsin, cigerleriniz yarim saat sallanir gurultusunden. tufek mesela, ne kadar somut bir hadise. tutuyorsun elinle. ama baris icinde yasamak oyle mi! gecip gidiyor bir kusun tuyu gibi suyun uzerinde... savas daha zengin durur neticede. uniformalar, metaller, rap rap yuruyup hir hor bagirmalar filan. baris metelige kursun atar, bir pantolon bir gomlek sibidibidibidipdip... "yasamayi severiz sibidibi..." her zaman daha bir sersem durur "oldursek ne guzel degil mi!" cumlesinden. oyle bir yani vardir insanoglunun. neden bilmem savastan bahsedince sanki daha ciddi bir sey konusuyormus da sira barisa gelince oyle daha bir laylaylom havalardaymis gibidir. barisin havai bir havasi vardir da savas "tas gibi"dir biraz daha.
anliyorum yani, savastan konusan insan kendini daha bir ayaklari yere basar bulur. daha bir olgun sanki. sanki "gercek hayattan" bahseder savastan soz eden, baris ise devlet nizami icinde durup dururken ruya anlatmak gibidir sanki. genc isi, deli isi gibi bir sey. savas, "biz hayat universitesinde okuduk anniyo musun?" raconu keser de baris daha biraz cambridge'de yastik yuzleri uzerine doktora yapmis gibidir. yani kisaca soyleyecek olursak savas havalidir, baris biraz muhallebi cocugu. dolayisiyla, kendini 'kaave'nin onunde zincir sallayan, dunyadaki tek emeli 'kendi isini'(bir meslegi olmayanlarin meslegidir bu) kurmak olan genc bir adam kadar havali hissedenlerden 'hayat dersleri' aliriz. biz baristan soz edenler ise biraz daha trt'den origami ogrenmeye calisan cocuklar gibi dururuz.
(...)baris isteyenlerin savasa, dovuse, kavgaya hazir olmasi gerekiyor. savas isteyenlerden daha fazla. hatta belki savas isteyenlerin bizim kadar siddete maruz kalma ihtimali olmayabilir. ne de olsa onlar hor hor bagirip ondan sonra da kenara oturup tabutlarin gelmesini televizyondan, aksam yemegi yerken izleyebilirler. kimse onlara, "siz savas istediniz, buyrun savasin." demeyecek basilsa. ama baris isteyenlere, oyle gorunuyor ki, "baris istedin ha?" diyerek falaka sirasi gosterilecek. upuzun bir falaka sirasi... nasilsa tabutlar gelirken kimse donup "arkadas sen savas diyordun, ne yapacagiz simdi bu gozleri kapali oglan cocuklariyla?" demeyecek. niyeyse yine bize donecekler: "baris isteyen sendin degil mi? yuru bakalim dayaga!" ne tuhaf degil mi? her olumde, her asker dustugunde savas isteyenlere degil, baris isteyenlere donuyor kufur. hem bu kadar fasikyeden sayilip hem de bu kadar dayak yemek?.. her seferinde "kimse olmesin" diyenlerin olumden sorumlu tutulmasi?.. ezcumle, baris istiyorsaniz kavgaya hazir olun. cunku siz isteseniz de istemeseniz de dayak gelecek...
9.2.12
bu arada oğlumu, varşova'daki subayı hatırlıyorum. zeki, dürüst, ağırbaşlı bir gençtir. fakat benim için bu yetmez. yaşlı bir babam olsa, sıkıntıda olduğunu, bu yüzden utandığını bilsem subaylıktan vazgeçer, işçi olurdum. çocuklarımla ilgili bu düşünceler beni adeta zehirliyor. ne gerek var buna? birer kahraman olmadıkları için basit insanlara kin beslemek, ancak dar görüşlü, dünyaya küskün insanların işidir. e, yeter bundan bahsettiğimiz.
18.1.12
Bizim Büyük Çaresizliğimiz.
neden bir de rüya görürüz? her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? rüyamızda, birbiriyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneğin bir anlama mı götürür? yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)