28.11.08

Oblomov'un İki Günü


Sabah kalkar kalkmaz kahvaltısını eder, hemen kanepeye uzanır, başını ellerine dayayıp, kafası yorucu işten bitkin düşünceye kadar, vicdanı refaha kavuşmak için yeterince çalıştığını söyleyinceye dek derin düşüncelere gömülürdü. Ancak ondan sonra kendi kendisinin dinlenmesine izin verirdi. Düşünceli duruşunu, daha az ciddi ve daha rahat bir hayal dünyası için değiştirirdi. Oblomov, işin inceliklerini hallettikten sonra kendi dünyasına çekilmeyi seviyordu. Ulvi düşüncelerin zevkini biliyordu ve insan acılarına yabancı değildi. İnsanlığın çektiği acılar için bazen kalbinin derinliklerinde bir sızı hisseder, uzaklaşıp giden bir şeyler, belki de Stolz'un onu alıp götürdüğü dünya için gizli ve adı konmamış acı bir özlem duyardı... Gözleri yaşarırdı.
.
Bazen insanların namussuzluklarına, yalanlarına, iftiralarına, dünyada hüküm süren kötülüklere sıkılırdı. İnsanlara kötü yönlerini gösterme arzusuyla yanıp tutuşurdu. Birden içinde, kafasını denizin dalgaları gibi süpüren, kanını tutuşturan, kaslarını hareketlendirip, damarlarını şişiren ve amacı halini alan düşünceler uyanırdı. Sonra amaçları çabaya dönüşür, ilahi bir güçle harekete geçer ve bir dakika içinde iki üç kez duruş değiştirirdi. Parıldayan gözlerle kanepede doğrulur, elini ileriye doğru uzatıp etrafa bakardı... Biraz daha kendisini sıksa, çabası kahramanca bir harekete dönüşebilirdi. Tanrım! Böylesine yüce bir çabadan ne harikalar, ne güzel eserler beklenmezdi ki!
.
Ama sabah geçip giderdi.
.
Bitmek üzere olan günle beraber Oblomov'un tükenmiş enerjisi de biraz dinlenmek için sızlanmaya başlardı. Fırtınalar ve coşkular ölüp giderdi. Kafası hayal dünyasının sihirinden arınır, kanı damarlarında daha yavaş akmaya başlardı. Oblomov sakin sakin ve dalgınlıkla arkasını döner, pencereye ve gökyüzüne gözleri takılırdı. Dört katlı evin arkasında tüm görkemiyle batmakta olan güneşi hüzünlü hüzünlü seyrederdi. Güneşin batışını böyle kaç kereler izlemişti!

Ertesi sabah yaşam, yeni heyecanlar ve hayaller yeniden başlardı! Bazen kendisini sadece Napolyon'u değil Yeruslan Lazarevich'i bile solda sıfır bırakan, yenilmez bir general olarak hayal ederdi. Afrika halkının Avrupa'yı istilası nedeniyle bir savaş başlatır ya da yeniden Haçlı seferleri düzenler, şehirleri yakarak, merhamet göstererek, öldürerek, iyilik ve bağışlayıcılıkta bulunarak ulusların kaderini tayin etmek için dövüşürdü. Bazen de bir düşünür ya da büyük bir sanatçı olmayı seçerdi. O zaman herkes ona tapar, alkışlarla ödüllendirilirdi. Büyük bir kalabalık arkasından: "Bak, bak Oblomov geliyor. Bizim büyük İlya İlyich'imiz!" derlerdi. Kötü anlarında büyük acılar çeker, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp durur, yüzükoyun yatardı. Bazen de cesareti tamamen kırılırdı. Sonra yataktan kalkar, diz çöker ve hararetli hararetli dua etmeye başlar, onu tehdit eden fırtınayı dindirmesi için Tanrı'ya yalvarırdı. Geleceğin güvencesini Tanrı'ya emanet ettikten sonra dünyadaki her şeye karşı sakin ve kayıtsız bir tavır takınırdı. Artık fırtına elinden geleni ardına koymasın!

Heyecanlı günlerin ardından akşam olup güneş karşısındaki dört katlı evin arkasından görkemli bir top gibi batarken, büyülü bir rüyadan ya da acı veren bir endişeden derin bir iç çekişle uyanıyor, ilahi güçlerini işte böyle kullanıyordu. Sonra yine güneşi dalgın bakışlar ve hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyor, heyecan dolu didinmeyi huzur içinde bir yana bırakıyordu.

Oblomov'un iç dünyasını gören ya da bilen yoktu. Herkes onun pek bir derdi olmadığını düşünüyordu. Sadece yan gelip yatıyor ve yemeklerin zevkini çıkarıyordu. Ondan da bu beklenirdi zaten.

Hiç yorum yok: