4.6.08

Dayım




Sanki avluyu kucaklayacakmış gibi açılan iki kol kavrayıverdi kardeşimle beni. Bir anda ayaklarımız kesildi yerden. Göğsü üstünde yapışık kaldık bir süre. Öptü, öptü; kokladı, kokladı...
Demek dayım buydu. Yıllardır resimlerinden ve mektuplarından tanıdığım. Bu kadar irikıyım bir adam nasıl sığmıştı ufacık resimlere?
Boyuna posuna, yüzüne bakakalmıştım.
Annem ve babamla da kucaklaştıktan sonra:
-Samiye, Seyda! dedi, bana o güzel mektupları yazanlar bunar mıydı? Ha, siz miydiniz Hikmet? Kaleminizden bal damlıyordu be. Şimdiden geçtiniz yazıcılıkta dayınızı...
Dayımızdan aldığımız ilk ödül... Elimizden sımsıkı, sımsıcak tutuşu ve bizi koğuş odasına götürüşü. Hapisanede yiyecek ve içecek ne bulunursa bize ikram edişi... Mahkumlarla bizi tanıştırışı, onların gönlünü alışı... Masanın üstünde uran koskoca bir daktilonun garipsenen heybeti, maden bir karyola, yerde bir kilim ve battaniye. Köşede bir çift takunya. Masanın ayakları arasında bir sandalye, iki tabure. Duvara dayalı tek kanatlı bir dolap. Diğer kanadı kopmuş. İçinde öteberi. Duvarda ailemizin resimleri, portreler, kendi yapmış. Suluboya tablolar... Masanın altında, karyolanın başucunda kitaplar, kitaplar... Kağıtlar, kağıtlar..
-Baba, gözün aydın. Allah erkence dışarıda buluştursun inşallah.. deyip giden mahkumlar.. Onların öykülerini sevecenlikle bize anlatması; Bak o var ya, cinayetten... Bu tütün kaçakçılığından, ayıngacılıktan... Şu kız kaçırmaktan.. Ben şiir yazmaktan...
Otuzbeş yıl ceza. Sekizini yatmış. Daha uzun yıllar yatacak... Kalbiden, karaciğerinden hasta!
Şiir okuyor, gülüyor, şakalaşıyor.. Kişisel hiçbir sorunu dile getirmiyor. Orada otururken sıkılmayalım istiyor.
Biz mahkum, o özgürmüş gibi..

Hiç yorum yok: