29.6.08

queer as a clockwork orange

(...)

koca yapıların iki yanını sınırlandırdığı bu daracık sokağa bakan pencerelerden mavi ışık sızıyordu dışarı. besbelli televizyon seyrediyordu insanlar sıcacık odalarında; güven içinde. bu gece tüm dünya yurttaşları aynı programı izleyecekler enayi kutusunda. uzayda dolaşıp duran bir verici, sinyalleri toplayıp dağıtacak. genellikle bu kutunun başında oturup özyaşamlarını yitirerek başkalarınınkine musallat olanlar orta yaşlı, burjuva sınıfındandır. onların asalaklığından bıktım artık, bıktım.

27.6.08

Ammar


"Acı var," dedi Shevek ellerini açarak. "Gerçek. Ona yanlış anlama diyebilirim, ama var olmadığını veya herhangi bir zamanda yok olacağını varsayamam. Acı çekme, yaşamımızın koşulu. Başına geldiği zaman fark ediyorsun. Onun gerçek olduğunu anlıyorsun. Tabii ki, tıpkı toplumsal organizmanın yaptığı gibi, hastalıkları iyileştirmek, açlık ve adaletsizliği önlemek doğru bir şey. Ama hiçbir toplum varolmanın doğasını değiştiremez. Acı çekmeyi önleyemeyiz. Şu acıyı, bu acıyı dindirebiliriz, ama Acı'yı dindiremeyiz. Bir toplum ancak toplumsal acıyı -gereksiz acıyı- dindirebilir. Gerisi kalır. Kök, gerçek olan. Buradaki herkes acıyı öğrenecek; eğer elli yıl yaşarsak, elli yıldır acıyı biliyor olacağız. En sonunda da öleceğiz. Bu doğamızın koşulu. Yaşamdan korkuyorum! Bazen ben- çok korkuyorum. Herhangi bir mutluluk çok basit gibi geliyor. Yine de her şey için, bu mutluluk arayışının, bu acı korkusunun tümüyle yanlış anlama olup olmadığını merak ediyorum... Ondan korkmak veya kaçmak yerine onun... içinden geçilebilse, aşılabilse. Arkasında bir şey var. Acı çeken şey benlik; benliğin ise- yok olduğu bir yer var. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ama gerçekliğin, rahatlık ve mutlulukta görmediğim, acıda gördüğüm gerçeğin, acının gerçekliğinin acı olmadığına inanıyorum. Eğer içinden geçebilirsen. Eğer sonuna kadar ona dayanabilirsen.

16.6.08

Mavi Kuş


yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,
mavi bir kuş var.
ama ben onun için çok sertim.
kal orda diyorum, kal!
seni kimsenin görmesine izin vermeyeceğim...
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,
mavi bir kuş var.
ama ben onun üstüne viski döküyorum,
sigaramı üflüyorum.
ve fahişeler, barmenler ve manav
hiçbir zaman orda olduğunu bilmezler.
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,
mavi bir kuş var.
ama ben onun için çok sertim...
diyorum ki;
çök oraya, herşeyimi bozmak mı istiyorsun?
işlerimi altüst mü etmek istiyorsun?
avrupa'daki kitap satışlarımı sabote etmek mi niyetin?
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,
mavi bir kuş var.
ama ben çok zekiyim.
sadece bazen geceleri dışarı çıkmasına izin veririm.
herkes uyurken...
derim ki,orda olduğunu biliyorum,
üzülme...
ve sonra yine içime saklarım.
ama biliyorum şarkısını hafifçe mırıldanıyor.
ölmesine izin vermiş değilim.
ve biz gizli anlaşmamızla öylece,
uyuruz...
ve bu bir insanı ağlatacak kadar hoş...
ama ben ağlamam.
ya siz?

12.6.08

Donya Rosa

"hey, buraya gel."
garson, donya rosa'ya yanaşır.
"bastın mı tekmeyi?"
"evet hanımefendi."
"kaç kere?"
"iki"
"neresine vurdun?"
"neresine denk gelirse; bacaklarına."
"aferin sana! işte böyle davranmak gerekir hırsızlara!"
garsonun bel kemiğinden bir ürperti iner aşağı. gözüpek bir erkek olsaydı hemen oracıkta boğuverirdi donya rosa'yı; bereket versin gözüpek bir erkek değildir. donya rosa'ysa zalim bir gülümsemeyle sinsi sinsi sırıtmaktadır. felakete uğramış soydaşlarını seyretmekten hoşlanan insanlar vardır bu dünyada; daha yakından görebilmek için, sefil mahalleleri dolaşıp ölüm döşeğindeki hastalara, eski bir battaniyeye sarılmış veremlilere, kemikleri sertleşmemiş kansız ve şiş karınlı çocuklara, on bir yaşındaki analara, uyuz kızıldereli reislerine benzeyen ve kötü çıbanların yiyip bitirmiş olduğu kırk yaşındaki orospulara eski püskü şeyler armağan etmeye adarlar kendilerini. donya rosa bu sınıfa bile girmez. donya rosa, o coşkuyu, ürpertiyi kendi evinde tatmayı yeğler.

10.6.08

Peçete Koleksiyonu


peçete koleksiyonu yaptığımızdan beri kadınız. oğlan çocuklarının yere çivi atarak oynadıkları oyunu öğrenmeye çalıştığımızdan beri de, daha çok. kanamanın ve sevişmenin bununla bir ilgisi olmadı hiç. "hayal dünyası"nda yaşadığımdan beri de, kafam karışık biraz. hiçbir kadının bütünlüklü bir öyküsü olamayacağını düşünüyorum durmadan. çünkü bütünü, bizlerde bir bütün için yola çıkanlar, parçalara böldüler. sonra onlar da bölündü. öykülerimizi artık kuramıyoruz. hiçbirimizin serim, düğüm ve sonucu olamadı. kadınların, küçük, komik ve acı öyküleri vardı. öyle ya, peçete koleksiyonu yapan bir cinsten ne beklenebilir ki?




(fotoğraf:
eloise vera)

4.6.08

Dayım




Sanki avluyu kucaklayacakmış gibi açılan iki kol kavrayıverdi kardeşimle beni. Bir anda ayaklarımız kesildi yerden. Göğsü üstünde yapışık kaldık bir süre. Öptü, öptü; kokladı, kokladı...
Demek dayım buydu. Yıllardır resimlerinden ve mektuplarından tanıdığım. Bu kadar irikıyım bir adam nasıl sığmıştı ufacık resimlere?
Boyuna posuna, yüzüne bakakalmıştım.
Annem ve babamla da kucaklaştıktan sonra:
-Samiye, Seyda! dedi, bana o güzel mektupları yazanlar bunar mıydı? Ha, siz miydiniz Hikmet? Kaleminizden bal damlıyordu be. Şimdiden geçtiniz yazıcılıkta dayınızı...
Dayımızdan aldığımız ilk ödül... Elimizden sımsıkı, sımsıcak tutuşu ve bizi koğuş odasına götürüşü. Hapisanede yiyecek ve içecek ne bulunursa bize ikram edişi... Mahkumlarla bizi tanıştırışı, onların gönlünü alışı... Masanın üstünde uran koskoca bir daktilonun garipsenen heybeti, maden bir karyola, yerde bir kilim ve battaniye. Köşede bir çift takunya. Masanın ayakları arasında bir sandalye, iki tabure. Duvara dayalı tek kanatlı bir dolap. Diğer kanadı kopmuş. İçinde öteberi. Duvarda ailemizin resimleri, portreler, kendi yapmış. Suluboya tablolar... Masanın altında, karyolanın başucunda kitaplar, kitaplar... Kağıtlar, kağıtlar..
-Baba, gözün aydın. Allah erkence dışarıda buluştursun inşallah.. deyip giden mahkumlar.. Onların öykülerini sevecenlikle bize anlatması; Bak o var ya, cinayetten... Bu tütün kaçakçılığından, ayıngacılıktan... Şu kız kaçırmaktan.. Ben şiir yazmaktan...
Otuzbeş yıl ceza. Sekizini yatmış. Daha uzun yıllar yatacak... Kalbiden, karaciğerinden hasta!
Şiir okuyor, gülüyor, şakalaşıyor.. Kişisel hiçbir sorunu dile getirmiyor. Orada otururken sıkılmayalım istiyor.
Biz mahkum, o özgürmüş gibi..