29.2.08

ayrı-lık

kadın giderken kendinden üç parçayı evde bırakıp çıktı. bu, bir kulak, bir burun, bir gözdü.
kadın çıkınca ev tenhalaştı.
burnundan derin derin soluyarak evi dolaşmaya başladı. göz merakla etrafı seyretmeye koyuldu. kulak güçlü bir vakumlu süpürge gibi her tıkırtıyı, her titreşimi emerek perde kıvrımlarından, kitap sayfalarına tek tek dolaşıyordu. kadın kapının dışında bekledi. içeriden gelen soluk sesinden, meraklı bakıştan ve ses emişinden emin olunca ağır ağır merdiveleri indi. bir valizi, bir de el çantası vardı. rahat bir etek, bol bir bluz gitmişti. siyah, düz, uzun saçları vardı. yüzü munch'ün boş suratlı kadınları gibi çıplaktı, oysa hala bir gözü, ağzı ve bir kulağı yerindeydi. bir taksiye el etti. otogara doğru yollandı. otogarın dağınık, kirli, tiksindirici atmosferine, ter kokusuna karışmış ucuz kolonya ve hela kokusuna aldırmadan yirminci perona gitti, bekleyen otobüse bindi. yirmi numaralı koltuğa oturdu. yanındaki koltuk boştu. kadının aklı fikri evdeydi.

24.2.08

Saçmalarız


Hayal gücümün geniş olduğunu söylerler. "Saçmalıyorsun." demenin şimdiye kadar icat edilmiş en ince yoludur bu. Haklı olabilirler.
Endişelenmeye başladığımda, nerede ne zaman ne söylemem gerektiğini karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne kadar az tanıdığımı bilmezden geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin de daha ala olmayacağını kabullenemediğimde, ne bulunduğum yerde, ne de göründüğüm insan olmayı içime sindirebildiğimde... saçmalarım. Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o kadar uzaktır saçmalık. Yalan hakikati tersyüz eder. Saçmalık ise, yalanla hakikati ayırt edilemeyecek biçimde birbirine lehimler.

22.2.08

telefon kulübesi rutini.

sarhoşların araba sürmeleri sakıncalıdır. bunu herkes teslim eder. ne var ki, sarhoşların telefonu kullanmaları, araba kullanmalarından çok daha ölümcül sonuçlar doğurabildiği halde bu konuda hiçbir düzenleme mevcut değildir. sarhoşken araba kullananlar rasgele hedeflere çarpar: aniden karşılarına çıkan talihsiz bir ağaç, kendi halinde seyreden ilgisiz bir araç.. ne bir kasıt vardır bu kazalarda, ne de bir amaç. sarhoşken telefonu kullananlar ise gidip mutlaka sevdiklerine çarpar.

2.2.08

Kayıtsız Gerçek ve Yanılsamalar


"Richard?"
"Efendim?"
"Neden buradasın?"
"Güzel bir film, Don. Şşşt." Kan revan içindeki Butch ve Sundance neden Avustralya'ya gitmeleri gerektiğini konuşuyorlardı.
"Neden iyi?" dedi.
"Eğlenceli işte. Şşt. Sonra anlatırım."
"Uyan artık. Bütün bunlar yanılsama."
İrkilmiştim. "Donald, bir iki dakika kaldı, sonra istediğin kadar konuşuruz. Ama şimdi bırak da filmi seyredeyim, tamam mı?"
Dramatik bir sesle fısıldadı. "Richard, neden buradasın?"
"Bak, sinemaya gelmemizi sen istedin." Dönüp filmin sonunu seyretmeye çalıştım.
"Girmek zorunda değildin, istemem teşekkür ederim diyebilirdin."
"FİLMDEN HOŞLANIYORUM..." Öndeki adam bir an dönüp bana baktı. "Filmden hoşlanıyorum, Don. Bir sakıncası mı var?"
"Hayır." Film bitip de kullanılmış traktörlerin satıldığı arsanın önünden karanlıkta tarlaya ve uçaklara dönene kadar hiç konuşmadı. Çok geçmeden yağmur yağacaktı.
Sinemadaki o garip davranışını düşündüm. "Senin her yaptığının bir nedeni vardır, Don."
"Bazen."
"Neden sinemaya gittik? Neden öyle aniden Sundance'i görmek istedin?"
"Bir soru sordun."
"Evet. Senin de bir yanıtın var mı?"
"İşte yanıtım. Sen bir soru sorduğun için gittik sinemaya. Film sorunun yanıtıydı."
Benimle alay ediyordu, bundan hiç kuşkum yoktu.
"Sorum neydi?"
Rahatsızlık veren uzun bir sessizlik oldu. "Richard, en parlak zamanlarında bile neden yeryüzünde olduğunu bilemediğini sormuştun."
Hatırladım. "Ve film de soruma yanıttı, öyle mi?"
"Evet."
"Ya."
"Anlamıyorsun." dedi.
"Hayır."
"İyi bir filmi, ama dünyanın en iyi filmi bile bir yanılsamadır, değil mi? Resimler hareket edemezler, sadece hareket eder gibi görünürler. Karanlıkta asılı düz bir perde üzerinde hareket eder gibi görünen, yer değiştiren ışıklar, değil mi?"
"Eh, evet." Anlamaya başlıyordum.
"Diğer insanlar, herhangi bir yerde herhangi bir filme giden insanlar, karşılarındaki sadece bir yanılsama ise, neden oradadırlar?"
"Eh, bir eğlencedir" dedim.
"Eğlence. Doğru. Bu bir."
"Eğitici olabilir."
"Güzel. O her zaman vardır. Öğrenme, iki."
"Hayal, kaçış."
"O da eğlencedir, bir."
"Teknik nedenler. Filmin nasıl yapıldığını görmek."
"Öğrenmek, iki."
"Sıkıntıdan kaçmak..."
"Kaçmak, onu söylemiştin."
Ne söylersem söyleyeyim o iki parmağına uyuyordu, insanlar sinemaya eğlenmek veya öğrenmek ya da ikisi için giderlerdi.

"Ve film bir hayat gibidir, Don, değil mi?"
"Evet."
"O zaman insan neden kötü bir hayat, bir korku filmi seçer?"
"Korku filmlerine sadece eğlenmek için gelmezler, sinemaya girmeden önce onun korku filmi olduğunu bilirler." dedi.
"Ama neden?"
"Sen korku filmlerini sever misin?"
"Hayır."
"Korku filmlerine gider misin?"
"Hayır."
"Ama bazı insanlar korku filmi ya da başka insanlara sıkıcı gelen sabun köpüğü filmlerdeki sorunları görmek için avuç dolusu para ve bir o kadar da zaman kaybederler, değil mi?"
"Evet."
"Onların filmlerini görmek zorunda değilsin, onlar da senin filmlerini görmek zorunda değildir. Buna 'özgürlük' denir."
"Ama insan neden korkmak ister? Ya da sıkılmak?"
"Çünkü bir başkasını korkuttukları için onu hak ettiklerine inanırlar, ya da korkunun verdiği heyecandan hoşlanırlar veya filmlerin hep sıkıcı olduğunu düşünürler. Çoğu insanın kendi filmlerinde çaresiz olduklarına inanmaktan zevk almalarını kendileri için çok sağlam nedenler olarak gördüklerine inanabilir misin? Hayır, inanamazsın.”
“Hayır, inanamam.”
“Onu anlayana kadar bazı insanların neden mutsuz olduklarını merak edip duracaksın. Mutsuz olmayı seçtikleri için mutsuzdurlar, Richard ve bu da normaldir.”
“Hımm.”
“Bizler oyun oynayan, eğlenceden hoşlanan yaratıklarız, evrenin su samurlarıyız. Biz ölemeyiz; perdedeki yanılsamalar ne kadar incinebilirse kendimizi de ondan fazla incitemeyiz. Ama incindiğimize inanırız, hem de çok acı çektiğimizin bütün ayrıntılarını hissederek. Kurbanlar olduğumuza, öldülürdüğümüze ve öldüğümüze, iyi ve kötü talih arasında gidip geldiğimize inanabiliriz.”
.
.
.
.
“Ve kimse incinip yaralanmaz, değil mi? Gördüğün sadece domates salçasından kandır, öyle mi?”
“Hayır, kandır. Ama gerçek yaşamımıza etkisi domates salçası kadardır.”
“Ve gerçek?
“Gerçek tümüyle kayıtsızdır, Richard. Bir anne çocuğunun oyunlarında oynadığı role aldırmaz; bir gün kötü adamdır, ertesi gün iyi. “Olan” yanılsamalarımızı ve oyunlarımızı bilmez bile. O sadece Kendisini bilir, ve kendisine benzeyen bizleri, kusursuz ve tamam.”