28.3.10

düşü ne biliyorum.

kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?

gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?

yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle
ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!

17.3.10

Aşk Üzerine.


olgun bir aşkı olgunlaşmamışından ayıran da budur. her açıdan daha çok yeğlenir olgun aşk, her insanın doğasında iyinin de kötünün de bulunduğu bilincini taşır, ülküleştirmeyi reddeder, kıskançlıktan, maçoluktan ve aşırı tutkudan uzak, cinsel boyutu da olan bir arkadaşlık biçimidir, iyidir, hoştur, huzur doludur ve karşılıklıdır. olgunlaşmamış ilişki ise (yaşla ilgisi yoktur bunun) ülküleştirme ile dışkırıklığı kargaşası arasında gidip gelir, haz ve güzellik ölümcül bir bulantıya dönüşebilir, insanın aradığı çözümü sonunda bulduğu duygusuyla o güne dek kendini hiç o denli boşlukta hissetmemesi gibi duygular atbaşı gider. olgun olmayan aşkların mantıklı sonucu (mutlak sonucu) simgesel ya da gerçek bir ölümdür. olgun aşklar ise evlilikle doruğuna çıkarak ölümü alışkanlıklarla engellemeye girişir. (pazar gazeteleri, ütülenen pantolonlar, uzaktan kumandalı ev alet edevatı gibi.)

15.3.10

Hiç'e Alışkan

- Bak, odaya girer girmez, "Tez elden bir kahve pişireyim," dedim. Halbuki niçin kahve içeriz? Hiç düşündün mü, Nuri Usta? Tadı için, desen, değil. Tadı için kahve içeceğine limonata iç... Kokusu için mi? O da değil. Turunç şerbetinin yanında bu bulaşık suyunun kokusu nedir ki?.. Sinirleri tembih edermiş. Laf!.. Rakı ne güne duruyor?.. Hazımmış. Palavra... Yemeklerden sonra elma ye!.. Öyleyse niçin şu meredi içeriz? Çünkü, evvela, biz kahve içmesek kahveciler kahvelerini kime satacaklar? Sonra, alışkanlık denen nesneyi bilir misin, Nuri Usta? Bilir misin ki, insanoğlunun hem en büyük kuvveti hem en büyük kepazeliği bu alışkanlık denen nesnedir!.. Biz kahve değirmeniyle, kahve cezvesiyle, kahvesiyle, eviyle, minderiyle, hukukuyla, felsefesiyle kendimize bir ikinci dünya yaratırız. Sonra bu yarattığımız dünyanın esiri oluruz. Başlar o bizi yaratmaya.
Artık o eskiyip onun içinden bir yenisini doğurana kadar bir kavga, bir gürültü... Aslanı kafese alıştırmak için onu yavruyken tutup içeri atarlar... Bizi kırk yaşında kafese koysalar, üçüncü günü yerimize alışırız. Ve on sene kafeste kaldıktan sonra dışarı salsalar, on yıl yattığımız yeri üç haftada unutuveririz... Bilir misin ki, Nuri Usta...

.
.
.

Nuri Ustanın anası birdenbire söze karıştı :
- Cemal Bey oğlum, dedi, sen çok okudun mu?
- Eh, biraz, daha da okuyorum...
Ustanın anası aynı çocuk merakıyla sordu :
- Okuyacak, okuyacaksın da, sonra ne olacak?
- Dünyayı anlayacağım.
- Sonra ne olacak? Diyelim okudun, okudun, dünyayı anladın. Sonra ne olacak?
Cemal birdenbire cevap veremedi. Vaktinden önce beyazlanmış hissini veren başına kırmızı oyalı mavi bir yemeni sarmış olan bu kadının önünde, bu eski kamacı ustasının dul karısı karşısında Cemal'in kalın sesindeki istihza ilk defa pürüzlendi :
- Hiç, dedi...
Nuri Usta, "Hiç" diyenin yüzüne hayretle baktı. Ve ilk defa, bu hayranı olduğu adamda bir şeyin, bir şeylerin eksikliğini anladı.